20 Şubat 2023 Pazartesi

AHLAKTAN SINIFI BEDAVA GEÇENLER VE BUGÜNKÜ HAL VE GİDİŞ

Turgay Demir…
Türk toplumu olarak bugün hangi noktadayız ve buralara nasıl geldik? Bu soru üzerine beyin cimanstiği yapanlardanım. Hangi dönemlerde hangi pasifliğimiz, hangi hatalarımız ya da görmezden gelip küçümsediğimiz hangi sorunlar bizi bu noktalara getirdi. Dahası bugün hangi noktadayız? Bunları herkes bilmekte aslında. Gergin ama tepkisiz bir toplumuz. Bize herkesin tahammül etmesini beklemekle birlikte biz kimseye tahammül edecek durumda değiliz. Başımıza gelen her iyiliği kendimizden, kötülüğü komşumuzdan, arkadaşımızdan biliriz. Kurallara kimsenin uymadığını düşünüp uyacağımız varsa da uymayanlardanız çoğumuz. Belki hayatta yapmayacağımız kötü şeyleri de başkaları yapıyor, “benim başım kel mi” saplantısıyla yapmaktayız. Ve en önemlisi bu satırlar da diğerleri gibi kifayetsiz kalıyor bugün Türk insanının sorunlarını tam olarak anlatmak konusunda. Ünlü yazarlarımız, hayatlarının son bölümünde, popülist saplantılar yerine bu tür toplumsal araştırmalara eğilebilseler, belki bizim kadar anlayıp bizden çok daha iyi anlatabilirlerdi günümüz Türkiyesi’ni. Ne var ki, onlardan da pek umut yok. Yine kendi çabamızla bir yere varabilirsek varacağız. Nacizane bir garip Turgay Demir olarak düşündüğümde ilk ve ortaokul karnelerimi hatırlarım. Karnenin sol tarafı şartların imkan verdiği ölçüde ciddi değerlendiremeye tutuluyor. Matematik Türkçe, Sosyal Bilimler, v.s konularında başarılı olan geçiyor. Olmayan kalıyor. Karnenin sol tarafı çok önemli! Peki ya sağ tarafta neler var ve biz oraya ne kadar önem veriyoruz? Yanlış hatırlamıyorsam sağ tarafta da; Hal ve Gidiş, Beslenme Alışkanlığı, Büyüklere Saygı Küçüklerine Sevgi, Kurallara Uyma, Bağımsız İş Yapabilme Yeteneği, Planlı Çalışma Yeteneği, Eşya-Araç ve Gereçlerini Dikkatli Kullanması, Arkadaşlarıyla birlikte Çalışma Yeteneği Aldığı Görevi Yerine getirme sorumluluğu v.s türünden dersler vardır. Ve bu derslerden kalan öğrenciye ben şahsen bugüne kadar rastlamadım. Bırakın kalmayı bizim dönemlerimizde bu derslerden kırık not alan da yoktu. Benim 25 sene önce ilkokula başladığımı düşünürsek bugün toplumda hal ve gidişi kötü olanlar, arkadaşlarına uyum sağlayamayanlar, kurallara uymayanlar, eşya, araç ve gereçlerini korumayanlar, aldıkları görevi sorumluluk bilinciyle yerine getirmeyenler, hep o günleri mahsulü!... Bugünkü politikacıların büyük çoğunluğu bizden on sene önce aynı derslerden, gene aynı şekilde, hiçbir değerlendirmeye tabi tutulmadan sınıf geçtiler. Bugünkü gazetecilerin, televizyoncuların, sanatçıların, işçilerin, memurların, sendikacıların büyük çoğunluğu da aynı ya da yakın dönemlerin mahsulü. Bugünkü hırsızlar, sahtekarlar, ahlaksızlar, ahlaksızlık karşısında susanlar, o yapıyor ben neden yapmayayım diyerek yoldan çıkanlar, esrarkeşler, namussuzlar, rüşvet alanlar, rüşvet verenler, devlet imkanlarını birbirlerine peşkeş çekenler, devletin malını deniz yemeyeni keriz gibi görenler hep 20-30 yıl önce yukarıda saydığım derslerden geçer not olan insanlar değil mi? Bu bile o notların hiçbir değerlendirme yapılmadan verildiğinin kanıtıdır. Öğretmenler bu derslerden kırık not vermiyorlar bu kesin. Bunun farklı nedenleri olabilir. Kimi öğretmenler, bu tür derslere kırık not vermenin velilere hakaret olacağını düşünür, kimi öğretmen de bu tür kırıkların öğrenciyi psikolojik yönden zor durumda bırakacağı görüşündedir. Bunların hepsi doğru olabilir ama o günlerde verilmeyen kırık notlar bugün toplumu zor durumda bırakmaktadır, bu da Türkiye’nin gerçeğidir. İnancım o dur ki, bir insana 40 yaşından sonra matematik öğretilebilir. İngilizce, Tarih ya da sosyal bilimleri öğrenmenin de yaşı yok. Hatta bir insana 40 yaşından sonra dinini bile öğretebilirsiniz ama hiç kimseye belli bir yaştan sonra ahlak öğretemezsiniz, toplumsal yaşamın kurallarına uymasını öğretemezsiniz. Bunlar mutlaka temel eğitim içinde verilmesi gereken hasletler. Ahlaki konuda insan 7’sinde ne ise 70’inde de odur. Matematik, kimya, fizik veya bir başka ders için aynı iddiayı ortaya koymak mümkün değildir. İşte bu nedenle diyorum ki, milli eğitim düzenimizin temelinde bir değişiklik yapalım. Karnenin sağ tarafı, sol tarafının önüne geçsin. Bir kişi topluma uyum sağlayamayacağı sinyalleri veriyorsa, daha ilkokulda tedbir alınsın. Matematiği, fiziği Einstein düzeyinde öğrense bile ahlaki konularda bir eksiği varsa, topluma uymakta sorun yaşıyorsa, tedbir alınsın, sınıf tekrar etsin, belki bu nokta bizim için iyi bir başlangıç olabilir ve belki 20 yıl sonra daha iyi bir toplumsal yaşama sahip olabiliriz. Hiçbir şey yapmadan beklersek 25 yıl sonra bugünleri mumla aramamız ihtimali oldukça büyüktür. Ben bir basın mensubuyum ve beyin hücrelerimin izin verdiği, kelime hazinemin yettiği kadarıyla düşüncelerimi siz sevgili okurlarla paylaşarak bir ölçüde görevimi yapıyorum. Çünkü bu satırlar size ulaştığı anda tarihe de ulaşmaktadır. Belge olmaktadır. Bana görevimi yapmış olmanın huzurun vermektedir. Not: Bu yazı, 1996 yılında Kara Kartal Dergisi Kasım Sayısı’nda yayımlanmıştır…

18 Haziran 2021 Cuma

BÖYLE DÜNYAYA BÖYLE KUPA

 

BÖYLE DÜNYAYA BÖYLE KUPA!

Biz yazarken henüz maçlar oynanıyor ama siz okurken Dünya Kupası geride kalmış olacak… Genel anlamıyla erkekler için keyif, kadınlar için ızdırap, medya için iyi program yapmamak için mazeret anlamına gelen dev organizasyon tüm güzelliğiyle, çirkinliğiyle hayatımızdaki yerini aldı… Kazananı kaybedeni bir yana bırakalım ve işin başka yanlarına bakalım. 

Bu kupada benim en çok ilgimi çeken olay hakem hataları ve bunların medyaya yansına biçimiydi…

Birlikte izledik, bazı hakemler FIFA’nın yeni tavsiyelerine uyarken, kraldan çok kralcıydılar. 

Bazıları daha ileri gidip takımların kaderlerinde etkili oldular…

Bazı takımlar, eleme grubunda işi bitirdikten sonra su koyverdiler, yedekleri sahaya sürdüler…

Bazı futbolcular bazı maçlarda çok açık verdiler! Örneğin, Paraguay maçında Nijerya kalecisi tam bir komedi idi…

İşin ilginç yanı, medya mensupları bütün bu olup bitenlere çok ama çok şaşırdılar… Özellikle bizim meslektaşlarımız, olup bitenlere bir anlam veremez gibiydiler. Sanki benzerleri bizim ülkemizde hiç olmuyormuş gibi…

Bilmem ki ne bekliyorlardı?

Sütten çıkmış ak kaşık hakemlerimiz!

Asla hakemleri yanıltmaya filan çalışmayan centilmen futbolcularımız!

Kavga-gürültüden hiç hoşlanmayan taraftarlarımız!

İşte bizim futbolumuz… Ha haha!

Başka bir arzunuz! 

Hakemler takdir haklarını güçlüden yana kullanıp zayıfların ezilmesine yol açmış! Örneğin, eleme grubunda Fas’ı resmen yakmışlar… Ortak kanı, kupaya pis kokuların bulaştığı şeklinde… 

İyi de, ne bekliyorsunuz ki…

Nasıl bir dünyada yaşıyoruz ki, nasıl bir kupa bekleyelim? Dünya yoğurt, kupa ayran! Ekşi yoğurttan tatlı ayran olur mu? Biz yoğurda bakmadan ayrana şaşıyoruz. Komik değil mi?

İlişkilerin böylesine maddiyat üzerine kurulu olduğu bir dünyada bize çıkarlarımızı korumaktan başka ne öğretildi? Dahası, kendi çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayan kaç kişi tanıdınız?

Çocukluğumuzu hatırlayalım… Gazozuna maç yaparken gol kaçıran arkadaşımızı en şiddetli biçimde azarlayıp topun sahibinin fiyaskolarını görmezden gelmeyi öğrenmiş olan bizler değil miydik? Bu alışkanlıklarımızı sonraki yıllarda daha da geliştirerek sürdürmedik mi?

Bu dünya, işte o çocukların dünyası!

Ne bekliyordunuz ki!

Eurovision şarkı yarışmasını düşünün. Oy verenler halkın kendisi. Yani birkaç seçilmiş kişi değil. Aşağı-yukarı toplumun genelini temsil yetkisine sahip bir topluluk… Böylesine kıytırık bir yarışmada bile Yunan-Rum ortaklığı yok mu? Benelux ülkeleri Belçika, Hollanda, Lüksemburg birbirlerini kollamıyor mu? Kuzey ülkeleri aynı şeyi yapmıyor mu? Bir şarkı yarışması bile küçük hesapların oyuncağı olmuş… Çevre kirlenmiş, sanat kirlenmiş, ekonomi kirlenmiş, siyaset kirlenmiş… Futbol kusur mu kalacaktı?

Dünya Kupasının bazı maçlarında şike kokusu çıkmış…

Ne bekliyordunuz ki!

Saddam Kuveyt’e girdi, ABD yıldırım hızıyla müdahale edip hesap sordu. Fakat Avrupa’nın göbeğinde insanlar yıllarca kıtırkıtır kesilirken kimsenin kılı kıpırdamadı. Neden? Çünkü Kuveyt’in petrolü vardı, Bosna’nın birşeyi yoktu… ABD de buna göre davrandı, zaten bütün dünya buna göre davranıyor. 

Sonra da biz böyle bir dünyada futbolun tertemiz kalabileceğini sanıyoruz. Mümkün mü?

Olmadığını gördük işte… 

Müslüman Hakem

Brezilya maçında Norveç lehine verdiği uydurma penaltı ile Fas’ı yakan ABD’li hakem Müslüman’mış…

Ne yazar ki, o da yürürlükteki bir düzenin halkası. Böyle olunca da, Müslümanlığın, Hristiyanlığın bir önemi kalmıyor. Güçlünün yanında yer alıp çıkarına bakmak önem kazanıyor. 

Bunu anlamak da o kadar zor değil. Hatta aynaya bakmamız bile yeterli olabilir asıl suçluyu bulabilmek için. 

Doğduğumuz andan itibaren bize hep bu öğretilmiyor mu? Sonra da biz aynı kanunu çocuklarımıza öğretmeye çalışmıyor muyuz?

Hakemler de bunu yapıyorlar işte: Güçlünün yanında yer alıp rahat ediyorlar. 

Ne bekliyordunuz ki

Not: Futbol asla sadece futbol değildir anlamındaki bu yazı 1995 yılında Karakartal Dergisi’nde yayımlanmıştır…

 

29 Ağustos 2020 Cumartesi

Turgay Demir kimdir?

 

Turgay Demir biyografi:

 

 

24 Ağustos 1964 Edirne doğumlu olan Turgay Demir’in soy kütüğü, Karaman (Konya)- Kayılar Debre (Üsküp) şeklindedir.

Sefaköy Anadolu Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik Bölümü’nden mezun olan Demir, 1985 yılında Türk Haberler Ajansı İstihbarat Servisi’nde staja başladı. 

Ajans müdürü Tanju Cılızoğlu’nun, “Senin saçların çok uzun belgeni imzalıyorum stajını yaptın kabul ediyorum” demesi üzerine gazetecilik yaşamı başlamadan bitme noktasına gelen Turgay Demir, Bilal Meşe’nin devreye girmesiyle THA Spor Servisi’nde çalışmaya başladı.

Tanju Cılızoğlu’nun bu tavrının sebebi ise “Perşembe pazarı yıkılıyor ve Dalan bu konuda haklı, gidip bu minval üzerine haber yapın” talimatına uymayan Turgay Demir’in, göreve gittiği sekiz arkadaşı Dalan’ı alkışlayan haberler yaparken, dükkanları yıkılan esnafla konuşmuş olmasıydı…

1985 yılında önce Türkiye ardından Günaydın Gazetesi’ne geçen Turgay Demir bu dönemde, sayfa sekreterliği, muhabirlik ve editörlük yaptı. 

1989 yılında Türkiye’nin ilk günlük spor gazetesi Fotospor’un yönetici kadrosunda yer alan Demir, ardından Kara Kartal Dergisi, İlk Haber, Takvim, Taraftar, Fotomac gazetelerinde görev yapmış 2002 yılında ise PAS Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlenmiştir. Daha sonra tekrar Fotomac Gazetesi’nde yazar olarak çalışmaya başlayan Demir halen bu görevini sürdürmektedir.

Akademik eğitim almış bir gazeteci olarak mesleğinin her kademesinde görev yapan Turgay Demir, muhabir olarak medyaya adım attıktan sonra sayfa sekreterliği, editörlük, Sorumlu Müdürlük, Haber Müdürü Yardımcılığı, Haber Müdürlüğü, Yazı İşleri Müdürlüğü ve Genel Yayın Yönetmenliği yapmıştır.

 

Televizyon macerasına 1995 yılında Ahmet Çakır’la birlikte Flash TV’de program yaparak başlayan Turgay Demir daha sonra Sabah Grubu bünyesindeki Kanal-1’de Gürcan Bilgiç ve Halil Özer’le haftalık programlar yapmış 2011 yılından itibaren ise aynı gruptaki A Haber ve A Spor’da yorumculuk yapmaktadır.

2003 yılından beri yazar-yorumcu olarak görev yapmakta olan Turgay Demir bugüne kadar, Üniversiteler başta çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından dokuz kez Yılın Spor Yazarı seçilmiştir.

 

1995 yılında, Kara Kartal Dergisi’nde yayınlanan “Böyle dünyaya böyle Kupa” başlıklı yazısıyla Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yarışmasına katılan Demir finale kalan eserinin “Keşke siyasi bir gazetede yayınlanmış olsaydı..” mazeretiyle elenmesinden sonra bir daha bu tür yarışmalara katılmama kararı almış ve bu kararını halen uygulamaktadır.


Sonay Demir'le evli olan Turgay Demir'in Hira ve Ata adında iki çocuğu bulunmaktadır. Erkan Başkan'la evli olan kızı Hira, TJK Tv'de yönetmenlik yapmaktadır. Turgay Demir'in Aras adında bir de torunu vardır.